1.Jean-Jacques Rousseau’nun Fikirleri
Cenevre Cumhuriyeti’nin yurttaşı olan Jean-Jacques Rousseau (1712-1778), çok farklı işlere girip çıkmış, çok çalkantılı bir yaşam sürmüş ve büyük ölçüde kendi kendini yetiştirmiştir. Görüşlerini farklı yapıtlarında ortaya koymuş olan Rousseau, sistemli bir şekilde düşünüp yazmadığını dahası çelişkilere düşmekten de kaçınmadığını açıkça belirtmiştir. Bununla birlikte, siyasal içerikli tüm kitapları, farklı konuları işlemelerine karşın, aynı sorunsal içinde kaleme alınmıştır. Bu, siyaset ya da siyasal toplum sorunsalıdır.
1.1 Doğa Durumu, Doğal İnsan ve Toplum Sözleşmesi
Rousseau, insan ve toplum sorununu medeniyetleşme sürecinin yol açtığı olumsuzluklara ve neden olduğu değişimlere karşın insanın nasıl özgür olabileceği açısından ele alır. Rousseau, doğal bir özgürlük ve sahici bir yaşama sahip olduğunu düşündüğü doğal insan ile birçok bağımlılıktan ötürü özgürlüğünü yitirmiş medeni insan arasında ahlaki-politik değerler ve psikolojik eğilimler temelinde köklü bir ayrım yapar. Bu ayrımın yanı sıra sorunun çözümü açısından, insan doğasında ve toplumsal ilişkilerde gerçekleşen bu köklü dönüşümün nasıl meydana geldiğinin açıklanması gerekliliğine dikkat çeker. İnsanı doğal haliyle tanımak için bir deney imkânının yokluğu, onu modern toplumun bağrında apaçık bir şekilde gözleyebilmenin imkânsızlığı nedeniyle Rousseau sorunun çözümü açısından varsayıma dayalı bir yönteme başvurur. Rousseau’ya göre doğal hal her türlü toplumsallığın ötesinde bir eşitlik, barış ve özgürlük hali olduğu gibi insanların birbirlerinden tamamen ayrı bir halde yaşamlarını sürdürdükleri bir haldir. Her ne kadar doğal hali bir eşitlik durumu olarak belirtmiş olsa da insanlar arasında fiziksel yapıları açısından eşitsizliklerin olduğunu kabul eder. Ayrıca Rousseau’nun doğa durumu bir savaş durumu değildir. Bunun nedeni insanların merhamet duygusu taşımaları ve doğa durumunda, insanların ihtiyaçlarının, doğadan kolayca karşılanacak olan sınırı aşmamasıdır.
İnsanların ilkel doğa durumundan çıkıp çeşitli evreleri bulunan “ikinci bir doğa durumuna girmelerine sel baskınları, patlayan volkanlar, büyük zelzeleler gibi doğal afetler neden olur. Kendi başlarına geçinmelerini sağlayamayacak bir konum içine giren insanlar hemcinslerine muhtaç hale gelirler. İlk önce anarşik sürüler şeklinde birleşirler; ardından barınakların inşa edilmesi sonucunda süreklilik içeren aileler ve daha büyük topluluklar oluşur. Bu aşamada, kadın ile erkek arasında toplumsal bir farklılaşma ile iş bölümü ortaya çıkar. Eşitsizliğin ilk biçimi gündeme gelmiştir artık. Rousseau’nun “uğursuz rastlantı” olarak nitelendirdiği madencilik ile tarımın bulunmasıyla birlikte özel mülkiyet belirir ve insanlar birbirlerine daha bağımlı olurlar. Özel mülkiyetin ardından “rekabet, çıkar çatışmaları, başkalarından üstün olma tutkusu, kişisel çıkarı başkalarının sağlamaya yönelik gizli arzular” gibi çeşitli kötülükler sıralanır. Bu genel savaş ortamını sona erdirmek için, mülk sahipleri mülksüzleri kandırarak siyasal toplumu, yani devleti kurarlar. Siyasal eşitsizliği içeren bu durum, zenginler dışındaki halkın siyasal iktidar karışışında kul-köle konumuna gelmeleri ama bunun da ötesinde bu konumlarını benimsemeleri demektir. Ancak, özgürlüklerini yitirenlerin yalnızca yönetilenler olduğu sanılmamalıdır; uygar toplumla birlikte bütün insanlar doğallıklarını yitirip yozlaşırlar. Bunun anlamı ise herkes için özgürlüğün ortadan kalkmasıdır. Rousseau açısından medeniyete geçisin insan doğasında neden olduğu köklü değişikliklerin bir neticesi olarak toplumsal hayat, insan için kaçınılmaz bir zorunluluk haline gelir. Doğal bağımsızlık ve serbestlik halinin eşitlikçi yapısına geri dönülmesinin imkânsızlığı karsısında yapılması gereken toplumsal hayatı bireyin özgürlüğü açısından sağlıklı bir hale getirebilmektir.
Rousseau, sağlıklı bir toplumsal hayatın koşullarını açıklamadan önce cevaplanması gereken temel sorun insanların hangi gerekçeyle siyasal bir toplumun parçası olduklarıdır. Ona göre, gücün siyasal düzenin ve toplumsal hayatın temeli olarak sunulması yetersiz bir açıklamadır. Güç salt kendi basına meşru siyasal toplumun temeli olarak ele alınamaz. Rousseau açısından siyasal toplum kendisini oluşturan üyelerinin birliğinden ve bu birlik ise temelde üyeler arasında gerçekleşen toplumsal sözleşmeden kaynaklanmaktadır. Rousseau, siyasal toplumun bir sözleşme ile kurulduğuna dikkat çektikten sonra bu sözleşmenin içeriğinin, sözleşmeyi oluşturan üyelerin hangi konularda bir araya geldiğinin önemine dikkat çeker. Bu bakımdan adil bir toplumun inşa edilebilmesi açısından sözleşmeyi mülkiyeti elinde bulunduran ezen azınlığın çıkarına olmaktan çıkaracak biçimde yeniden ele alır. Sözleşme halkın kendisi dışında bir egemenle çeşitli nedenlerden ötürü yapmak zorunda olduğu bir sözleşme değildir. Rousseau’da sözleşme halkı oluşturan her bireyin birbiriyle yaptığı ve hep birlikte egemeni oluşturdukları bir sözleşmedir. Rousseau, toplumun sağlıklı bir uyum içerisinde kalmasının bireylerin sahip oldukları güçleri tek bir kuvvet altında bir arada toplamalarının gerekli olduğuna dikkat çeker. Fakat bu öyle bir birlik olmalı ki, ortaklardan her birinin sahsını, malını ortak bir şekilde korurken ve bu birlik sayesinde her birey hem herkesle bir olurken aynı zamanda yalnızca kendisine itaat ederek özgür olabilsin. Sözleşme ile birlikte her birey egemen varlığın üyesi olarak sözleşmenin parçası olan öteki bireylere ve devletin vatandaşı olarak da egemen varlığa karsı yükümlülük altındadır. Bireyin sözleşmeye aktif bir kişi olarak katılması onun özgürlüğünü, egemen varlığa ve öteki bireylere karsı sorumlu olması ise itaatin içeriğini belirler.
1.2 Genel İrade
Toplumsal sözleşme çerçevesinde Rousseau’nun konuya ilişkin düşüncelerinin merkezi noktası bireyin ahlaki, sivil özgürlüğünü, bireysel haklarını toplumsal birlik, dayanışmayla sağlıklı bir uyum içerisinde bir araya getirmektir. Rousseau’nun aradığı bu uyumun ve toplumsal sözleşmenin özü genel iradedir. Rousseau’da seküler bir çerçevede ele alınan genel irade onun siyasal toplum anlayışının önemli kavramlarındandır. Genel iradenin önemi, siyasal toplumun, sahip olduğu güçlerin toplumsal sözleşmede vurgulanan kuruluş amacına uygun bir şekilde yönetebilecek yegâne merci olmasından ileri gelir. Genel irade, siyasal toplumda bireylerin ortak bir paydada bir araya gelerek oluşturdukları bütünden bağımsız bir güce boyun eğmelerini ifade etmez. Genel irade, her bireyin öteki bireylerle bir araya gelerek oluşturduğu bütüne karşılıklı hakların, adaletin ve ortak yararın korunması gayesiyle itaat ettiği ortak bir iradedir. Daima halkın ortak yararından yana olan genel irade bu bakımdan daima doğru bir yönde olup, yanılmazdır.
1.3 Egemenlik ve Devlet Düzeni
Genel iradenin uygulanmasının egemenliği işaret ettiğini ve egemenliğin de halka ait olduğunu Rousseau’ya göre egemenlik; devredilemez, birdir ve bölünmezdir, temsil edilemez, mutlak ve doğrudur. Egemen olan halk, hem iktidarın ilkesi anlamına gelen auctoritas (yasama) hem de iktidarın kullanımı olan potestas’a (yürütme) sahiptir. Egemenin her türlü işlemi salt genel (kamusal) alanı kapsadığından, halkın elinde doğrudan doğruya yalnızca yasama gücü bulunur. Buna karşılık yasaların uygulanıp yürütülmesi, özel durumlara ilişkindir; bu nedenle de egemenin yetki alanının dışında kalır. Bu yüzden halk, yürütme gücünü kendi kullanmayıp “temsil” ettirir, daha açıkçası bir görevliler kurumuna ya da hükümete devreder.
Rousseau, hükümet biçimi ile devlet biçimi arasında bir ayrım gözetir. Çünkü ona göre hükümet, demokratik ve monarşik ya da aristokratik bir nitelik gösterebilir. Fakat demokratik yönetim uygun değildir, hatta olanaksızdır. Buna karşılık toplum sözleşmesiyle kurulup halkın egemenliği üzerinde yükselen her devlet, yönetim biçimi ne olursa olsun bir “cumhuriyettir”; hatta demokrasidir. Ancak görmüş olduğumuz üzere, bu demokrasi hem temsil sistemini içermez hem de halkın doğrudan yürütme gücünü kullanmasını kapsamaz. Bu nedenle Rousseau’nun bu teorik devletinin, yarı doğrudan bir demokrasiyle bezenmiş bir cumhuriyet olduğu söylenebilir. Devletin iyi işleyebilmesi için halktan ayrı bir hükümetin varlığı zorunludur. Fakat aynı zamanda, her hükümet, halk egemenliğinin karşısındaki en büyük tehlikedir, yapısı gereği genel iradeyle çatışıp kendi özel iradesini dayatmaya çalışması kaçınılmaz olur. Rousseau, hükümetin halk egemenliğini yok etme eğilimini frenleyip engelleyecek olanın halk olduğunu belirtir. Yöneticilerin yasaların otoritesinin dışına çıkmaması için halkın sürekli olarak hükümeti denetmeleri gerektiğini belirtir.
1.4 Yurttaşlık Bilinci ve Sivil Özgürlük
Rousseau açısından, politika ve ahlakın birbirinden kopmaz bir biçimde bağlı oluşundan ötürü modern kültürün yol açmış olduğu eşitsizliklerin, adaletsizliklerin ve bireyin özgürlük kaybının ortadan kaldırılması köklü bir çözümü zorunlu kılar. Siyasal toplum özerk bireylerin kamusal iletişimi üzerinden ortak bir kamusal akla ve ortak yarara ulaşabilmeleri aracılığıyla adil ve eşitlikçi bir biçim alır. Fakat Rousseau, modern kültürünün temel değerleri olan bireycilik, bireysel çıkar ve onur tutkusu ile sosyal bütünleşme, dayanışma ve ortak yasaya itaat etme zorunluluğunun bir araya getirilebilmesi için rasyonel bir hukuk düzeninin ötesinde bu değerlerin bireyin yüreğinde önemli bir yer teşkil edilmesi gerekliliğine dikkat çeker. Ona göre, bireylerin kendi kişisel kimliklerinin, çıkarlarının ötesine geçebilmesi için ortak bir duygudaşlık ruhu üzerinden toplumla bütünleşmeleri gerekir. Duygudaşlık ruhunun bireylerde yaratılmasında Rousseau, yurttaşlık eğitiminin, doğal bir dinin, örf ve adetlerin, halk eğlencelerinin, vatan sevgisinin ve üstün bir güce sahip olan yasa koyucunun katkısı olacağını düşünür. Rousseau’da ahlaksal özgürlüğün tanımlanmasında bireyin kendi koymuş olduğu yasaya itaat etmesi durumu kendisini genel irade ve yasa ilişkisinde bir kez daha gösterir. Rousseau açısından bireyin sivil özgürlüğünün temeli yasamada aktif bir birey olarak genel iradeye katılımdır. Birey, kendi bireysel çıkar ve özel iradesinin ötesine geçerek ortak yararı hedefleyen yasamanın dolayısıyla genel iradenin oluşumuna aktif bir şekilde katılarak sivil özgürlüğünü elde etmiş olur. Bu bakımdan sivil özgürlük bireyin toplumsal bütünlüğe itaat etmesidir. Rousseau’ya göre halkın ortak yararını hedefleyen siyasal topluma itaat eden böyle bir kişi kendisinin aktif bir şekilde dâhil olduğu yasama sürecinden ötürü köle olduğu söylenemez.
1.5 Yasa Koyucu ve Sivil Din
Rousseau, toplumsal sözleşme ile siyasi heyete varlık ve hayat verildiğine bundan sonra yapılması gerekenin yasama vasıtasıyla siyasi heyetin hareket ve irade kazanmasını sağlamak olduğunu ifade eder. Bireysel hakları toplumsal sorumluluklarla birleştirmek ve adaleti tesis edebilmek için yasalara ihtiyaç olduğunu ifade eden Rousseau çoğu zaman ne istediğini tam olarak bilmeyen halkın gerekli olan yasaları tesis edebilmesinin zorluğuna dikkat çeker. Bundan dolayı özel iradeyi bir araya getirecek yasa koyucuya ihtiyaç olduğunu söyler. Rousseau’da yasa koyucu, uluslara uygun düsen en iyi toplum kurallarını keşfedebilecek, bütün insani tutkularının farkında olduğu halde kendini bunlara kaptırmamış olan ve insanı en derin yönleriyle tanıyan üstün bir kişiliktir. Yasa koyucu, bireyleri ortak bir ülke etrafında bir araya getirerek halk yapan üstün bir insandır. Halkına kendilerine uygun olan yasaları sunabilir ama kabul edilmesini zorlayamaz. Ayrıca yasaların kabulünden sonraki süreçte politik bir güce sahip olamaz.
Rousseau, siyasal düzeninin bireylerin ortak bir duygudaşlık ve bağlılık çerçevesinde korunabilmesi açısından başvurduğu önemli öğelerden biri sivil bir dindir. Sivil din, Rousseau açısından toplumsal sözleşmenin ve ortak iradenin çeşitli çıkar grupları veya bireyin kişisel eğilimleri tarafından zarar görmesini engellemeye yönelik bir koruyucu kurum olarak sunulur. Bu bakımdan sivil dinin en önemli işlevi, bireyin öz-saygısının ve bireysel tutkularının toplumsal düzen içerisinde yıkıcı bir etki almalarının önüne geçebilmektir. Rousseau bu bakımdan dinin toplumsal hayat için değerli olduğuna buna karsın asıl karsı çıkılması gereken eğilimin bağnazlık ve hurafeler olması gerektiğine dikkat çeker.
2. Jean-Jacques Rousseau’nun Eserleri
· Ahlak Prensipleri Mektupları
· Bilimler ve Sanatlar Üzerine Söylev
· Dağda Yazılmış Mektuplar
· Dillerin Kökeni Üstüne Deneme
· Emile ya da Çocuk Eğitimi
· Etkinlikler Gösterileri Üstüne Mektup
· Fransız Müziği Üstüne Mektup
· Hanımefendi Müzler
· İnsanlar Arasındaki Eşitsizliğin Kaynağı ve Temelleri Üzerine
· İtiraflar
· Jeab-Jacques’ı Yargılayan Rousseau
· Julie ya da yeni Heloise
· Korsika İçin Anayasa Projesi
· Köy Kahini
· Leviler Kabilesinden Efraim
· Narkissos veya öz Sever Kişi
· Politik Ekonomi Üstüne Söylev
· Polonya Hükümeti Üstüne Düşünceler
· Toplum Sözleşmesi
· Yalnız Gezenin Düşleri
3. Jean-Jacques Rousseau’nun Siyasal Düşünceler Tarihi Açısından Önemi
Aydınlanma dönemi düşünürleri arasında Rousseau ayrı bir yere sahiptir. Her şeyden önce döneminin baskın düşünce yapısı olan insanın karanlıktan çıkıp aydınlığa ilerlediği fikrine karşıydı. Onun tasavvur ettiği doğa durumunda insan özgür, eşit ve bireyseldi. Toplumun oluşmasıyla özgürlüğü elinden alınmıştı. Bu yaklaşımıyla doğa durumunu tasavvur eden Hobbes, Locke gibi düşünürlerden ayrılıyor, doğa durumu tasavvuruna farklı bir soluk kazandırıyordu. Bir Aydınlanma dönemi düşünürü olmasına rağmen Rousseau, bu dönemin soyut özgürlük anlayışını eleştirerek özgürlük sorununu somut olarak ele almış ve insanlığın özgürleşmesi için atılması gereken adımları ortaya koymuştur.
Siyasal alanın belirleyiciliği meselesini masaya yatıran Rousseau “Halkın Egemenliği” yaklaşımıyla siyasi düşünceler tarihinde mühim bir noktaya gelecektir. Bireysel refahı, sivil özgürlüğü ve halkın genel iradesini önceleyen yaklaşımıyla, cumhuriyetçi siyaset felsefesinin kuruluşunda adı önem sırasında Montesquieu’den sonra ikinci gelmektedir. Çağdaşı olan birçok düşünürün aksine Rousseau demokrasi taraftarı olmuş halkın iradesini yönetimden önce saymıştır. Onun ortaya attığı fikirler dünya tarihinde son derece önemli bir yere sahip olan Fransız İhtilali’ne etki edecekti. Bunun en net göstergesi de Fransızların devrimi gerçekleştirirken attığı "Özgürlük, Eşitlik, Kardeşlik" sloganlarıdır. Nitekim bu kavramlar Rousseau’nun siyasal düşüncesiyle birebir örtüşmektedir.
KAYNAKÇA
AĞAOĞULLARI, Mehmet Ali, Siyasi Düşünceler Tarihi, Anadolu Üniversitesi Yay., Eskişehir, 2013.
AKAN, Adnan, Jean Jacques Rousseau’da İnsan ve Toplum Sorunu, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Felsefe Anabilim Dalı, İstanbul, 2015.
KRIEGEL, Blandıne(der.), Klasik Siyasi Felsefe Metinleri, Çev: Zühre İlkgelen, İletişim Yay., İstanbul, 2010.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder