1875-1878 dönemindeki yıkıcı siyasi gelişmeler sonunda siyaset ve fikir hayatında Türklüğü öne alan bir fikir cereyanı kendini gösterdi ve gittikçe güçlendi. Bu dönemde Türkçülük düşüncesi, Avrupa’da Türkoloji’nin doğuşu ve gelişimi sonucu olarak Dünya Türklüğünün birliği ideolojisini benimsenmiştir. Batılı şarkiyatçılar, Abed Remusat, Silvestre de Sacy, Deguignes, Arthur Lumley Davids gibi isimlerin çalışmaları örnek teşkil etmektedir.
Bu yeni fikirlerin Türklere ulaştığı bir kanal, dışarıya gönderilen öğrencilerdi; yüzyılın ortalarına gelindiği zaman, bunlar gittikçe artan sayıda Avrupa üniversitelerine ve akademilerine gidiyorlar ve kaçınılmaz olarak, orada yayılan fikirlerden etkileniyorlardı. Diğer bir kanal, başarısız 1848 devrimlerinden sonra Türkiye'ye yerleşen ve kendileriyle birlikte Orta Avrupa'nın romantik milliyetçiliğini de getiren Macar ve Polonyalı sürgünlerdi. İslamlığı kabul eden ve sürekli olarak Türkiye'ye yerleşen bunların birçoğu, yeni fikirlerin Türkiye'ye girişinde önemi olan bir rol oynadı.
Tanzimat Fermanı’ndan sonra devlet ricalinin Osmanlı milleti oluşturma yolundaki çabalarına rağmen Osmanlı tebaası arasında milliyetçi ve proto-milliyetçi hareketler hız kazandı. Bir genelleme yapılırsa imparatorluğun Hristiyan tebaası içinde Yunanlılar, Sırplar, Bulgarlar, Makedonlar ve Ermeniler arasında milliyetçilik cereyanları güç kazanıp bu fikirleri savunmak amacıyla siyasî örgütler kurulurken Müslümanların çoğunlukta olduğu Araplar ve Arnavutlar’da da kültürel proto-milliyetçilik hareketleri hızlanmaya başladı. İlk grupta yer alan milliyetçi hareketler, zaman içinde imparatorluktan ayrılıp bağımsız devletler kurma fikrini ciddi bir seçenek halinde tartışırken ikinci gruptaki akımlar daha ziyade Osmanlılık kimliğinin sınırlarını zorlamayı, Arap-Osmanlı, Arnavut-Osmanlı benzeri karma kimlikler oluşturmayı hedefledi. Türkçülük bu ikinci sınıflamadaki hareketlerden biri olarak ele alınabilir. Ancak Arap ve Arnavut proto-milliyetçiliklerinden farklı biçimde imparatorluğun devamını sağlamayı birincil amaç kabul eden Türkçü hareket Osmanlı kimliğindeki Türklük vurgusunu güçlendirmeye çalıştı. Aynı şekilde Gagavuzlar gibi çok küçük gayrimüslim topluluklara sahip Türk nüfus için etnik kimliği ön plana çıkaran bir hareket olmamış, Araplar ve Arnavutlar’da görüldüğü gibi farklı dinlere mensup bireyleri birleştirici bir özellik taşımamıştır. Türkleşmek, çöken bir devletin kurtuluşu bakımından tek çıkar yol sayılmış. Devlet içindeki milliyet cereyanlarına dağınık durumda olan Türkler de uymalı, milli bir şuur ve şahsiyete sahip olmalıdırlar. Bunu bir yaşama prensibi olarak görmüşlerdir.
İngiliz şarkiyatçı Arthur Lumley Davids’in kaleme aldığı ve II. Mahmud’a ithaf ettiği Kitab-ı İlmü’n Nafi eseri XVII. Yüzyılın başlarında Türklük tanımının kavramsallaştırılmasına yol açtı. Eser, dilciler ve Ali Suavi gibi entelektüeller tarafından ilgiyle okundu. Davids’in farklı Türk kavimleri için Tatarlar yerine ortak bir kelime olan Türk adının kullanılmasını teklif etmesi, kitabına değişik Türk lehçelerinden örnekler ekleyip bunların aynı dil grubuna mensup olduğunu vurgulaması Osmanlı entelektüel çevrelerinde tartışmaya yol açtı. Daha sonra Joseph de Guignes’in eserinden faydalanan Mustafa Celâleddin Paşa, Les turcs anciens et modernes başlıklı kitabıyla ciddi bir entelektüel tartışmayı başlattı. Asıl adı Konstanty Polklozic-Borzêcki olan Mustafa Celâleddin başarısız 1848 ihtilâli sonrasında Osmanlı Devleti’ne sığınmış ve müslüman olduktan sonra Türkler’in etnik kökenleri üzerine çalışmalar yapmıştı. Mustafa Celâleddin Paşa, Türkler’in aslında Avrupalı sayıldığını ve Tuoro-Aryan ırkından geldiğini, Türkçe ile Latince ve diğer Avrupa dilleri arasında bağlantılar bulunduğunu ileri sürmüştü. Tanzimat döneminin sonuna gelindiğinde Batı kaynaklarının tesiriyle Türkler’ in etnik kökeni, dilleri ve diğer ırklarla ilişkileri üzerine tartışmalar başlamıştı.
Kültürel Türkçülüğün hız kazanması II. Abdülhamid döneminde gerçekleşti. Bu dönemde Macar Türkologlarının artan çalışmaları, Orhun yazıtlarının Vilhelm Thomsen tarafından 1893 yılında okunması gibi gelişmeler Türklük araştırmalarına hız kazandırdı, bu da Osmanlı entelektüelleri üzerinde derin etkiler meydana getirdi. Bu devirdeki Türkçülük hareketinin ilginç bir özelliği de Rus Müslümanlarının tesiridir. Bu alanda bilhassa Gaspıralı İsmâil Bey’in çabalarına ve 1883’ten itibaren Bahçesaray’da Kırım Türkçesi’yle yayımlanarak Osmanlı entelektüelleri tarafından okunan Tercüman gazetesinin oynadığı role değinmek gerekir. Kültürel Türkçülük hareketindeki önemli bir aşama da Süleyman Hüsnü Paşa’nın Târîh-i Âlem adlı kitabının 1876’da yayımlanmasıdır. Joseph de Guignes’den etkilenen Süleyman Paşa, değişik Türk kavimlerinin tarihini ayrıntılı biçimde ele alarak Osmanlı tarih yazımında genel kabul gören tarih metodolojisinin oldukça dışına çıkıyordu. Kitabın Mekteb-i Harbiyye’de okutulması etkisini daha da arttırdı. Tarihe bu yaklaşım, daha sonra Mizancı Murad ve özellikle David-Léon Cahun’dan etkilenen Necib Âsım’ın (Yazıksız) tarih çalışmalarıyla daha da ileri götürülerek Türk tarihini yeni bir çalışma alanı haline getirdi. Bu dönemde Ahmed Vefik Paşa, Şemseddin Sâmi dil alanında, Ahmed Midhat Efendi popüler kültür düzeyinde Türkçü fikirlerin yayılmasına ciddi katkılarda bulundular. Aynı şekilde Bursalı Mehmed Tâhir, Türkler’in İslâm medeniyetinin yükselişindeki rolünü ortaya koyarken daha sonra “millî şair” unvanını alacak olan Mehmet Emin (Yurdakul) edebiyat alanında Türkçülüğün gelişmesine öncülük etti.
2. Türkçülük Hareketinin Aktörleri
Meşrutiyet fikir cereyanları içinde Türkçülük daha yeni ve yeni bir devlete ideolojik temel olacak derecede tesirli bir cereyan sayılır. Bir üstadın, Ziya Gökalp'in etrafında toplanmış olan Türkçüler, Genç Kalemler, Türk Yurdu, Küçük Mecmua gibi dergilere, Türk Ocağı gibi bir kültür yayıncısı müesseseye de sahip olmuşlardır. Cereyanın belli başlı temsilcileri arasında
Ziya Gökalp, Ahmet Agayef (Ağaoğlu) Akçoraoğlu Yusuf, Tekin Alp (M. Kohen), Ömer Seyfettin, Köprülüzade M. Fuat, Hamdullah Suphi, Kâzım Nami (Duru), İsmail Hakkı (Baltacıoğlu) sayılabilir. Bunların dışında Ahmet Cevdet Bey, Ahmet Ferit Tek, Ahmet Vefik Paşa, Ali Suavi, Ayaz İhsakî, Emrullah Efendi, Fuat Salih, Gaspıralı İsmail, Hüseyin-zade Ali Bey, Mehmet Emin Bey, Mehmet Emin Yurdakul, Mirza Fethali Ahundzade, Necib Asım Bey, Sadri Maksudi Arsal, Süleyman Paşa,Şemsettin Sami, Şeyh Süleyman Efendi, Veled Çelebi ve Zeki Velidi Togan’da Türkçülük akımının önemli aktörlerindendirler.
3. Türkçülük Hareketinin Türk Düşünce Hayatındaki Yeri
II. Meşrutiyet döneminde basın hayatındaki gazete ve dergiler büyük artış gösterdi ve kamuoyunun oluşmasında son derece önemli bir etki yaptı. Bu yayınların fikir ve siyaset alanındaki katkılarla, düşünce hayatında görülmemiş bir canlılık görüldü. Bu ortamda ortaya çıkan bütün fikri akımların ortak sorusu “Bu devlet nasıl kurtulabilir?” olmuştur. Osmanlı Devleti’nin çok uluslu yapısı hasebiyle İslamcılık ve Osmanlılık fikri akımları Osmanlı vatandaşı olan milletleri bir araya getirmeye çalışmıştı ancak bilhassa Fransız İhtilali’nin de etkisiyle milliyetçilik ön plandaydı ve Osmanlı coğrafyasında yaşayan birçok millet bağımsızlık fikrine kapılmışlardı. Milliyetçi hareketlerin hız kazanması nedeniyle İslamcılık ve Osmanlılık iflas edecektir.
İşte bu aşamada ortaya çıkan Türkçülük hareketi diğer akımlara göre farklı bir konuma sahiptir. O vakte kadar böyle bir düşünce, eski ve yeni hiçbir Osmanlı aydınının aklına gelmemişti. Bu, Türklüğün unutulmuş olmasından değil, Devleti kuran Türk milletinin siyasi birliği bozma korkusundan ileri geliyordu, ilk defa devleti yöneten efendilerin milliyetini önceleyen bir fikri akım ortaya çıkacaktı. Yine de siyasal çevrelerde, Türkçülük fikirleri etkisi uzun süre önemsiz kaldı. Çünkü bilhassa Balkanlardaki ayrılıkçı fikirlerin cereyan ettiği bu dönemde Türk milliyetçiliğini dillendirmek bile Devletin sonunu getirebilirdi. Türkçülüğün Türk ulusçuluğuna dönüşmesi ise ilk defa İttihat ve Terakki ile olacaktır. Ancak İttihat ve Terakki bile bu düşüncesini ilk zamanlarında kendisinden bile saklayacaktır. Bunun yanında milli bir Türk burjuvazisinin oluşmasına ve milli bir iktisat anlayışının hâkim olmasına önem veren İttihat ve Terakki’nin izlediği politikaları Türkçülük düşüncesinin etkisiyle attığını biliyoruz.
Takip eden dönemde Türkçülük fikri dergiler ve dernekler vasıtasıyla Türk siyasi düşüncesinde önemli bir noktaya gelecektir. Ziya Gökalp’in öncülüğündeki bu akım I.Dünya Harbi esnasında özellikle askeri ve sivil bürokratları, her şeyden önce Mustafa Kemal’in de mensubu olduğu genç kurmay subaylar, Türk vatanı ideolojisini benimseyeceklerdir. Bu subaylar Anadolu’da milli mücadeleyi başlatacak ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni kuracaklardır. Kurulan yeni devletin temel taşlarından bir tanesi Türkçülük olacaktır. Cumhuriyeti kuran kadro Türkçülüğün etkisiyle ekonomiden sanata her alanda milli bir politika izleyecektir. Gökalp’in “Cedlerim Türk olmayan bir bölgeden (Çermik) gelmiş olsa bile, kendimi Türk sayarım, çünkü bir adamın milliyetini tayin eden ırkî menşei değil, terbiye ve duygularıdır.” Gökalp’in millî kimlik hakkındaki bu görüşü modern Türkiye’nin millet-vatandaş anlayışına esas olacaktır.
Netice itibariyle Türkçülük hareketi II. Meşrutiyet’in diğer fikri akımlarından farklı olarak yaşama olanağı bulmuştur. Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinde hem siyasette hem de düşünce dünyasında etkili olan Türkçülük hareketi, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kurulmasından sonra da varlığını sürdürmeye devam etmiştir.
KAYNAKÇA
GÖKALP, Ziya, Türkçülüğün Esasları, Ötüken Neşriyat, İstanbul, 2019.
HANİOĞLU, M. Şükrü, “Türkçülük”, TDV İslam Ansiklopedisi, Cilt 41, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, İstanbul, 2012, s.551-554.
İNALCIK, Halil, Devlet-i Aliyye Osmanlı İmparatorluğu Üzerine Araştırmalar, Cilt 4, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2018.
LEWİS, Bernard, Modern Türkiye’nin Doğuşu, Çev: Metin Kıratlı, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, 1993.
TUNAYA, Tarık Zafer, Hürriyet’in İlânı İkinci Meşrutiyetin Siyasi Hayatına Bakışlar, Arbay Yayınları, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul, 2004.
ÜLKEN, Hilmi Ziya, Türkiye’de Çağdaş Düşünce Tarihi, Ülken Yayınları, İstanbul, 1992.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder